Ah şu hayat.
Ne garip dinamikleri var.
Ergenliğimizin ilk öpüşmesi kadar garip, şaşırtıcı, korkutucu, akıl dolu ve aptalca, hep söylediğim gibi; hayatın en garip yanı, bazı gerçekler düşler kadar uçuk; bazı düşlerse gerçekler gibi terletip ağzını kurutuyor insanın.
Bizim yüklediğimiz anlamlar kadar anlamlı, ve en az aklımızdan geçen en saçma şey kadar saçma.
Yani yaşadığımız hayatın içeriğini biz belirliyor, ve biz kurguluyoruz aslında.
Ve pek çoğunun kader diye ardına sığındığı şey ise yaşanılacağın önceden bilinmesinden başka bir şey değil aslında.
Yani kendi senaryomuzun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu yine kendimiziz.
Bu açıdan incelemeye kalkışırsam, bu yazı sayfalarca uzar gider.
Asıl konuya gelmek lazım bir an önce.
Hani bir şiir var, Turgut Uyar’ın sevda üstüne adlı şiiri.
Küçük pencerem bahçeye bakar.
Bademler, erikler geceye bakar.
Bir ışık dökülür yapraklardan şıkır şıkır.
Filizler susmuş, tohumlar uyumuş;
Bir an durmuş, genişlemiş büyümüş.
Bir eski şarkı, bir eski bahar, bir bildik deniz.
Vakit nisan ortasında bir akşam.Bu şiirde sevda sevda üstüne.
Senelerdir veda veda üstüne.
Yareli yüreğimde dağ dağ üstüne.
Vakit nisan ortasında bir akşam.
Mehtap ettiğinden bihaber.
Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber.
İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi.
Ağlayıp ağlayıp avunsam…
Sevda üstüne yazılmış en güzel şiirlerden biridir bu şiir bence.
Akılda ve ağızda bıraktığı tadın bitişinden yıllar sonra bile hatırlanıp, eski bir şarap gibi tatlı ve ağız burucu halinin bire bir yansıtan sözcüklerin bu kadar iyi bir şekilde bir araya gelmesi bu şiiri seçilmiş yapıyor.
Elbette konu sevda olunca, ardı arkası bulunmaz söyleneceklerin.