Hakkımda

Ben Behram. İran adlı güzel ülkenin Tebriz adındaki bir sürü iyiliğin ve güzelliğin bir arada gerçekten kozmopolit bir hayat sürdürdüğü bir kentinden doğdum. Bu kenti Samed Behrengi’nin kitaplarından hatırlayacaksınız. O ulduzun yaşadığı, latifin püsküllü devenin peşinde yüz üstü yola yapışıp elinin yüzünün kan içinde kaldığı, ve çok güçlü bir ağaç olduğu halde bir şeftali bile vermeyen o tatlı şeftali ağacının yaşadığı kent. İşte o kent de doğdum ben. Çocukluğum belki sıradandı belkide değil. Hem ne önemi varki geçip gitti. Hayat kocaman kocaman sorumluklar yükleyip omuzlarımıza çocukluğun tatlı yüküne yer bırakmadı. Ve ben büyüdüm.
Bir gün radyoyu karıştırırken bir kanala rastladım. Azıcık ucundan kıyısından sözcükleri anlayabildiğim bir kanal. Türkçe bir kanal. Ve bir anda tüm gücümle bu kanalı anlamak istediğime karar verdim. Bir insan olmak yetmiyordu bana. İki insan olacaktım. Sözcük sözcük toplamaya başladım hazinemi. Bazen bir parçası için haftalarca radyonun tutsağı oluyordum. Ama sonunda buluyordum o sözcüğü. Ve hazineme katıyordum. Bir gün bir baktım bir sözcük için haftalarca beklemeyeli haftalar olmuş. Ve ben o dili öğrenmişim. Sonra bu dili konuşan ülkeyi, Türkiyeyi merak ettim. Başladım hakkında bilgi toplamaya. Hiç gitmediğim, belkide hiç gidemeyeceğim bir ülkeyi merak ediyordum. Tıpkı bir masal gibi geliyordur size eminim. Ama öyleydi. Merak işte kaynağı belirsizdir ve apansız başlar. Ve tatmin edilinceye kadar da kulağınıza adını fısıldar durur. Şimdi o ülke hakkında bir sürü şey biliyorum. Ve o ülkede yaşayan dostlarım da var. Ve bu sayfayı ziyaret edebiliyor, ve bu yazıyı okuyabiliyorsanız bu yine o ülkenin dili sayesinde. Çünkü hayatımı o dil ve farsça arasında klavuzluk ederek, yani tercümanlık yaparak kazanıyorum.