BÜYÜKLERE MASALLAR ( İŞTE BİZİM SİNEMALARIMIZ! )

Bir varmış, bir yokmuş
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Hamların ham kaldığı,
Eski hamam içinde.

Geldik bir âlemi diyara;
Ülke kriz,
İnsanlar keriz.

Bereketli topraklar susuz,
Gökyüzü kirli.
Elde avuçta ne varsa gitmiş.
Bir yangın sarmış,
Kara bir kefen kokusu,
Kara bir duman.

Kimi insanlar olmuş eşrefi mahlûkat
Kimi esfeli safilin.
Kiminin kasetleri çıkmış,
Kimi bas bas bağırmış.

İŞTE BİZİM SİNEMALARIMIZ!

Çocukluğumuzda filmlere giderdik.
Ol zamanda sinemalar sömürürdü insanları.
Bir de çizgi romanlar…

Şimdi futbol ve porno.

Nedense Kızılderilileri koruyan Buffalo Bill’ öldürülüyor,
Jesse Jamesler jönleniyordu.

Bizdeki versiyona gelince:
” Bin çekerim
Taksim’e çıkarım.
Binine beş çekerim,
On bin çekerim.”
Ya da:
” Beni karıştıranın A… ”
Andavallı demek istedi de…
Böyle sesler duyulur perdenin arkasından.

Posta arabası hızla gidiyor, taşlı topraklı yolda.
Haydutlar kovalıyor.
Arabanın tekerleri ters ters dönüyor.
Cinemascope daha icat edilmemiş.
E, nasıl olmuş da Jül Verne aya çıkmış o zaman.
Haydutlar kalabalık.
cuv, cuv, cuv…
Grav, grav…

Mermiler uçuşuyor,
Atlar dar bir boğaza doğru koşuyorlar.
Sonu uçurum.

Esas oğlan boğazın girişinde bekliyor. Tabancasını çekiyor. Uzun namlu Smith Wesson.
Çift tabanca altı patlar.

Haydutlar mefta!…
Nedense hep arabacılar ölüyor.
Araba uçurumun kenarında duruyor.

Çöllerin sıcağında; takım elbiseli, yelekli, saati köstekli, uzunca şapkalı, pos bıyıklı, purolu bir kalantor iniyor.
Ve sarışın bir kız. Bir afet. İnce belli, bol etekli, saçları bukleli…

Oğlan arkasını döndüğü an:
” Pam!”
Kolunu sıyırıp geçiyor mermi
” Gravvv!”
Pos bıyık yerde.

Kız ağlasa da, sızlansa da – nasılsa her şeyi bilen – oğlandan bütün sırları öğreniyor.
Arabada bankanın parası vardır. Haydutlar babasının adamıdır. Bankayı soyacaklardır.

” Sen bir kahramansın. Hayatımı kurtardın!”
Bundan sonrası bilinen şey.

Kızılderili prensesi kedi göz tepelerin üstünden bakıyor.
” Beyaz Adam Ateş Suyu ve Miyaaaaav!” diyor.

Haydutlar yaparsa ırz düşmanı,
Oğlan yaparsa; film icabı.
İyi Muuuuz!

Onlar böyle yapmışlar, silahları satmışlar, ay dedeye çıkmışlar.
Çünkü onlar; arka bahçede yetişmemişler.

Bu ülkede;
Girmişler kara kefene,
Düşmüşler on bin çekenin peşine.

Dağlar da ağlar!
” Ucube ” de olsa taşlar da ağlar.
Kimsenin ahı kimsede kalmaz,
Gün gelir toprak yürür.

Mevlana zat:
” Gece gibi karanlık ol! ” demiş.
Neden?
Suç suçtur. Cezası olmalıdır.
” Gel!” demiş. ” Ne olursan ol gene gel!”
Dememiş ADAM OL da gel.

Bre Hezarfen! Sen neymişsin be!
Yolmuşsun onca tavukları kanat yapmışsın.
Heva-i Kaptan mı olacaktın?
Aç bir çadır. Yaz göbeklere kargacık burgacık iki satır.
Dışardaki beklesin.
İçerdeki inlesin.
Desinler çadır ağası.
Sana ne ilim, bilim, fen, matematik ve dahi astrofizik.
İşte böyle verirsin kelleyi.

Kolay mı yaşamak uçurum başlarında, kolay mı?

” Aşka ferman yazdıran,
Bir belalı başımsın.”

Çok, çok seneler önce;
Mağara duvarlarına çizilen resimleri yan yana getirip,
üst üste koyup, parmaklarıyla ” pırrrt ” yapınca kaset icat olmuş.

Sinemanın pabucu dama atılsa da;
Koşa koşa Çamlıca Tepesi’ne varmışlar
Sanki havada yürümüşler,
Gökyüzünde yüzmüşler.
O ağacın altına gelmişler.

Küt!
Çarpışmışlar.
Kız yerde, oğlan üstünde.
Hep böyle oluyor zaten.

Osmanbey’de flört,
Gazlı Çeşme’de bilmem ne.

Sonra gün gelmiş Feminizm patlamış.
Erkeğin pabucu dama atılmış.
FEMEN’ler çıkmış ortaya.
Vara yoğa soyunmuşlar.

Tarihin yazdığı en erkek adam Şarlo’dur.
Adam Diktatör’ü çevirmiş hem de o çağda.
Alaska’dan Yeşilçam’a gelmiş.
Tik tik sinema doğmuş.

Sokağın başından girince İsmail Dümbüllü,
Sağ ayağı yolda, sol ayağı kaldırımda yürümüş.
Sokağın adı: İn Çık sokakmış.

Oysa ahali, yokuş aşağı ineceksin, yokuş yukarı çıkacaksın demek istemiş de;
Dümbüllü tersine çevirmiş.

Yazları yazlık sinemalarda gazoz içip, çekirdek çinten insanlar,
Kışları kışlık sinemalara ” Kabuklu Yemiş Yemek Yasaktır ” yazmışlar.
Ne fark eder ki; sinema sinemadır. Adı Yeşilçam’dır.

Sonra almış başını ” Komedi Seks “.
Ne isimler, ne isimler, ne isimler.
Barlar, pavyonlar, kerhaneler Yeşilçam’a boşalmış.

Daha derli toplu, daha edepli olmak için Tiyatro.
Theatro…

Perde!
Kimse giremez.
Reverans!
Alkışlar.

Davullar çalmış yer yerinden oynamış.
Seyirciler sahneye. Curcuna başlamış.
Göbek havaları,
Çiftetelli.

Cak cuk, cak cuk bir sestir almış.
Yerdekiler, sahnedekiler gülmüşler.

Sakız yasaklanır mı bilmiyorum ama gülenlere sarı kart.
Ya oyuncular?
Onlar artist n’olacak.
Artiiiiiiiz!

Tiyatro en eski sanattır.
İlk insan konuşamadığından el kol hareketleri yapmış.
İşte Pandomim.
Mim Tiyatrosu.

Hop hop masalcı.
Tiyatroya geçme.
Bağla masalı.

Evet,
Masalımızı bağlayalım.
Tek sözcükle.

Bir gün; Bektaşi, Melek Girmez Çarşısı’na girmiş.
Bütün dükkanlar ışıl ışıl, insan dolu.
Ama çarşı boş.
Durmuş, düşünmüş, var gücüyle bağırmış:
” Pezeveeeeeeeenk!”
Birden kapılar açılmış, pencereler açılmış, herkes dışarı çıkmış.
Gülmüş Bektaşi. Demiş ki:
” Ulan! Amma da pezevenk varmış.”
Tek sözcükle!

içimizden biri

asla umutsuzluğu değil
KAVGAYA DEVAM AŞKINA

Masalımız asla bağlanmaz.
Siz de bağlanmayın. Bağlanıp ağlamayın.
Konuşun, yazın, anlatın.
Her yerde, herkese, Anlatın.

Yayım tarihi
Genel olarak sınıflandırılmış