Eskişehir seyahetnamesi.

gençlik şehrine yolculuk, eskişehir seyahet namesi.

eskişehir seyahetnamesi (dünyanın kartun müzelerinin genel müdürlerinin sanat ünüversitesinde bir araya gelmesi).
eğer yolculuğumun başlangıç ve geri dönüş kısmını görmezden gelirsek, genelde iyi bir yolculuk oldu.

farklı ülkelerin temsilcileri arasındaki esen dostluk rüzgarı ve yeni deneyimlerle doluydu.

yolculuğumun başlangıç ve bitiş bölümlerini güzel anılarımdan çıkarmamın geçerli nedenleri vardır. en iyisi kısacık bir anlatımla bunları bir haftalık yolculugumdan ayırmak olacaktır.
genelde gece yolculuk yapmayi sevmiyorum. bu sevmemenin yada başkalarının söylediği gibi “nefret etmenin” en önemli sebebi, sizi taşıyan her türlü taşıt aracının sert sarsıntıları karşısında, diğer yolcular gibi olağın üstü uyuma gücüne sahip olmamam.
otobüsün korna sesi, ani firenler, ve hosteslerin ikram yaptığında bile gözlerini kıpırdatmayan yolcuları gördüğümde ve açık ağızlarında sineklerin cirit atmasına rağmen horlayarak uyumalarına hep özenmişimdir.
karasal yolculuklarımda bir baykuş misali caddeye odaklanırım ve gözlerimi bir an için kapatırsam bir kamyonla çarpışacağımızı his ederim. ve tabi ki karanlık ve ıdsız yolun ortasında uyuklayan bazı sürücüleri bakışlarımla rahatsız etmiş olurum. o kadar kendilerine böm böm bakarım ki, heyecandan ne yapacaklarını şaşıruılar. onun için yeterli zamanım olmasına rağmen uyuyamadım. ama kızım roz uyudu. ve uyanmaması için sarf ettiğim bütün çabalarıma rağmen uyandı ve aynı baba baykuş gibi, gözü bizi pastaaaran otobanından hava alanına götüren sürücüye takıldı.
türkiye uçuşlarındaki farklılıklardan birisi, bayan hosteslerin görünüşlerinin tebriz topraklarında olmalarına rağmen, uçak alanı kendi ülkelerine ayit olduğu için iran kültüründen farklı tarzda olması. ve buda ilk girişde yolcuların küçük bir şaşgınlıkla sönük bir tebessüm etmelerine neden oluyor. edepli misafirler karşılarında saygılı bayanları görünce sessizce koltuklarında oturuyorlar, hatta gözlerini bile kırpmıyorlardı. ama geri dönüşde, yolcular o ilk gördüklerindeki şoku atlatmış ve sürekli bardaklarca su ve fazla ekmek isteyerek aynı muhterem bayanları canlarından bezdirdiler.
istanbula vardığımızda, bavullarımızı bagaj bölümüne bıraktıktan sonra, geçen yolculuklarımızdanda hatırladığımız gibi bodrum bölümünden metroya ve oradanda tranvayla çoklu anılarımızın olduğu eminönüne adım attık.
Her şey eski yıllardaki gibiydi. Hiçbirşey değişmemiş. Sokağın girişindeki manav, sirkeci, tıranvayın zil sesi, peynir ve su satılan yerler, kısacası her şey eskiden olduğu gibi hatıralarımızın yaşandığı şekildeydi.
Geniş bir sokakta bulunan bir restoranda sandalyaya oturduk ve eşi benzerine hiçbir yerde raslamak mümkün olmayan simit ekmeğiile kahvaltı ettik. hava güneşliydi ve halk günlük telaşındaydı.
Vapur ile Anadolu yakasına geçtik. Her şeyi avucumuzun içi gibi biliyorduk.
Vapur bileti 40 kuruş zamlanmıştı. Belkide kızım roz için her şey yeniydi. Vapurda mutlaka yüzeceğim diye tutturdu.
Yavuzu arayıp karfura gideceğimizi söyledim. Kendilerine birkaç kitap getirdim teslim etmem lazım dedim. Birkaç dakika sonra aradı ve bizi iskeleden alıp muhiyettin köroğlunun evine kahvaltıya götüreceğini söyledi. Ben kahvaltı ettik dedim ama, ısrarla muhiyettinin eşi birsen hanımın bizim için kahvaltı hazırladığını söyledi.
İndiğimizde, kamil yavuzla karşılaşdık. Hiç değişmemişti. Arabayla birsen hanımın evine gittik. Ve her zamanki gibi bizim gelişimizle beraber, kediler evden uzaklaştırıldı. Ama neredeyse kendiile aynı boyda olan büyük kedileri görmek roz için çok ilginçdi.
Bir kahve içerek her yerden konuşmaya başladık. Sonunda yavuz 2 saat gecikme’ile okuluna gitti. Birsen hanımın ablaları Hatice hanım ve hasibe hanım geldi ve bizi Salı pazarına götürdüler.
Çok mükemmel bir sürücü olan Hatice hanım, 100 erkeyi bir darbeile yıka bilen hanımlardandı. Onların yaşlarını öğrendiğimizde çok şaşırdık.
Hep beraber mahalle pazarını biraz dolaştık. Böyle zamanlarda, roza bakmak bir hayli meşaggatli bir iş oluyor. Kendi yolunu gidiyor ve etrafındaki tehditlere ve tehlikelere hiç aldırış etmiyor. Sonra tekrardan hatice hanımın aracıile karfura gittik ve öylen yemeğini orada yedik.
Karfurda bana ilginç gelen çocukların altını değiştirmek için özel odaların bulunması munhasır bir zevkle güzel duvar kağıtlarıile süslenmişti. Muhtalif boyutlarda çocuk bezleri çekmecelerde ücretsiz olarak müşterilere sunulmuştu. Çocuğu yatıra bileceğimiz bir özel yer, soluklana bilmek için birkaç koltuk, el yüz yıkana bilecek alanlar, özel kağıt mendiller ve sayire odada mevcuttu. Bu açıdan çok mutluydum. Halkın oda ve bezleri kullanma kültürünü iyi kavramış oldukları için. ücretsiz olmasına değil. Başka marketlerdede o odaların aynısını gördüm çünkü.
Saat dörde geliyordu. Biz saat 19-45deki uçağımıza yetişmek için çabalıyorduk. Ama birsen hanım gidip onlarda biraz dinlenmemiz için ısrar ediyordu. Vapur rotar yaptı. 10 dakikada aynı bir saat gibi yolcu alan vapur. Tranvay birkaç sefer geldi ama binecek yer yoktu. 3 dakikada bir kere yolcu alan bildiğimiz tranvay. Diğer sefer bindiğimizde, yolun ortasında rayların bozulduğunu ve metroile gitmemiz gerektiğini söylediler. Ama metroda çok gecikti. Ve biz ancak 2 saat sonra İstanbuldaki havaalanına vara bildik. elimizi yüzümüzü yıkayıp biraz dinlene bilmemiz için, iç hatlar bölümünde oturmamız önerildi. Hep uçağa yetişememekten korkuyordum. İyikide öyle yaptık. İç hatlar ve dış seferleri bölümleri arasındaki uzun mesafeyi dolaşmak bayaği bir zaman harcamamıza sebep ola bilirdi. Yaklaşık 2 dakika sonra gerekli alana ulaşdık. Ve monitordeki yazıyı gördüğümde, donup kaldım. “Eskişehir uçağı uçuş halinde”. Görevlilere sordum ama daha 1 saatten fazla var bu uçağa değilmi? Diye. Allahdan dil biliyordum. Görevlilere biletlerimizi internet vasıtasıile aldığımızı izah ede bildim. Onlarda iç hatlar kanununda, uçuşdan 1 saat önce uçuş mahallinde hazır olmak gerektiğini bildirdiler.
Görevliler tarafından nazikce uyarıldıktan sonra, bavullarımızı teslim ettik ve koşar adımlarla uçağın merdivenlerine doğru ilerledik.
Allahdan güvenlik noktasında yolcular geciktiğimizi anladıkları için, gülümseyerek tolerans gösterip bizi en ön sıraya geçirdiler. Uçağa son gelenlerin yüzleri görülmeye değerdi. Terden ıslanmış elbiseler, yorgunluktan kızarmış suratlar ve perişan gözler. Ama sonunda vardık.
Ama geri dönüşde durum dahada kötüydü. Dersimizi almış havaalanına 1 saat önceden gelmemize rağmen, aynı bela eskisinden daha şiddetli bir şekilde belirdi. Ve artık biz bundan böyle 2 aynı uçuşlarımızda en az 5 saat fark olması kararına vardık.
Saat 21-05de eskişehirden istanbula ve saat 11-25de tebrize doğru uçacaktık. İstanbul ve Eskişehir arasındaki mesafe çok kısa. Gelişimizde, en kısa hava yolcuğumuzu yapmıştık. Pilot bu uçuşun 25 dakika süreceğini söyledi. Bir yandan ikram yapılıyor, diğer yandan hostes bayanlar hızla tabakları topluyorlardı. Kendimce muhasebe yapıyordum eğer saat 9-05de İstanbul havaalanına varsak ve 20 dakika içhatlar bölümünden dışhatlar alanına gidişimiz sürerse, saat 10da yani yaklaşık bir buçuk saat uçuşdan önce kartlarımızı ala bileceğiz. Ama hoperlörlerden uçağın 45 dakika rotar yapacağını duyunca, bütün hesaplarım alt üst oldu. Ama yinede belli etmeyerek orada rozun yaşlarındaki çocuklarla oyun oynuyor, eşim mahdiyeyi teselli ederek varacağımızı ve bir daha gazeteleri yerlere serip eşşalarımızı üzerlerine bırakmayacağımızı söylüyordum.
Ama 45 dakika geçti ve daha yeni uçuş kartı dağıtıyorlardı. Ve 65 dakika gecikmeile uçak ancak havalana bildi.
Ve pilot uçuş süresinin 45 dakika olacağını söyledi. Gittiğimizde sürenin kısa oluşuna güldüğüm için şindi hava atarak bizi korkutmak istediklerini sandım. Hostese dönerek ama gelişimizde uçuş süresi25 dakika değilmiydi? Diye sorunca, bayan, hazırlanma, uçağın hareketlenmesi, kalkması ve yolcuların tahliye edilmesiile beraber 45 dakika kadar sürer diye yanıtladı. Ama yinede saat 11re kadar yani ucmamıza 25 dakika kala uçuş kartlarımızı ala bileceğimizden emindim. Ama yolcuların hepsini uçağın yanından bavulları teslim alacağımız bölüme kadar sabırla taşıyan otöbüs, bütün ümitlerimizi boşa çıkartı.
Mehdiyenin umudu iyice tükenmişdi. Ama bavullarımız diğerlerinden önce rayın üzerinde görününce, hemen onları alıp el arabasına koydum ve hızla koşmaya başladık. Mehdiye rozu kucağına aldı ve ben öyle hızlı koşuyordumki, eğer düşseydim en büyük parçam kulağım kadar olurdu. Onlar arkadan koşuyorlardı. Her canlıya rasladığımızda, dış hatları soruyorduk. Terden sırıl sıklam olmuştuk. Yol uzadıkça uzuyordu. Hatta rayların üzerinde ile el arabasını itiyordum. Sonunda bir polis bizi dördüncü kata doğru yönlendirdi. Orada sonu dış hatlara çıkan bir sokağa ulaşdığımızı yeni anlamıştık. Kontrol noktasındada denetim sabırla ve pür dikkat uygulandı. Saat 11-15 ve ben Tebriz uçağının her zamanki gibi rotar yapacağına inanıyorum. Uçak kartı monitörü “h” görünüyordu. Yani İstanbul hava alanının bitiş bölümü. Mahdiyeye bitiş bölümüne gitmesini söyledim ve kendim el arabasını iterek koşmaya devam ediyordum. Nefesim kesilmişti, vicutum sırılsıklam. İran konteynerine ulaştığımızda boş olduğunu gördüm. Bir bey ve bayan köşede duruyorlardı ve İranlı değillerdi. Onun için konteynerin kapatıldığını anladım ve bitkin bir şekilde oradan bağırarak sordum. “ Tebriz uçağı kalktımı?” türk bey ve bayan kafalarıile, evet uçtu dediler. Biraz öne doğru ilerledim ve umut, tebessüm, ve “nlp” hakkında öğrendiklerimdende yararlanarak kendi dillerinde efendim rica ederek belirtmeliyimki Eskişehir uçağının rotar yapması sonucu uçağa yetişemedik. Şindi bu çocukla buralarda… kurduğum cümleler işe yaramıştı. ve inanılmaz bir şekilde adam eline telefonu alarak, pilot yardımcısını aradı. Mehdiye rengi beyaz yorgun bir şekilde rozunda saçları sırılsıklam arkadan geldiler. Pilotun ne dediğini anlayamadım. Adam kendisine ”gerizekelı” diyerek telefonu kapattı ve benden biletler ve pasaportlarımızı istedi. Sürekli dil döküyordum. sonunda iyi kalpli bey efendi bizi uçağa ulaştıracağının garantisini verdi. Son sürat eşşalarımızı teslim aldı ve bayan memur,,2 görevliden bizi 207 numaralı çıkışdan uçağa doğru ulaştırmalarını istedi. Artık onlarada efendim demem gerekmiyordu. “arkadaşlar yardımcı olurmusunuz?…
Pasaport geçişinden sonra benim sürekli teşekkür etmelerimle 2007 bölümüne doğru koşarak yine aynı sönük yüzle, terle sırılsıklam olmuş üst başla ve bitgin gözlerle nihayet Tebriz uçağına ulaştık. Bu gerçekten bir kaabusdu.
Profosör attila özer eskişehirin küçük hava alanında bizi bekliyordu.
Müze temsilcisi Menabu ve komik japonile beraber indik ve arabada tanıştırıldık. Menabu sürekli sorular soruyor ve çok dürüst insan gibi görünüyordu.
Anadolu ünüversitesinde duvarları taştan ve çatısı tahtadan yapılmış bir restorana gittik. Restoranın ortasında dayire open bir mutfak vardı. Kenarlarına yemekler, içecekler, çeşitli tabaklar dizilmişti ve ortasında yemekleri ve kebapları pişirmek için bir mangal vardı.
Daha kendimize gelmeden misafirlerle tanıştırıldık. Ve endonezyadan bali, beljikadan ecc ve bulgaristandan gaberinde orada olduğunu görünce, sevindim.
Yurdagün ve Erdoğan bözük İstanbul müzesinden arkadaşlarıile gelmişlerdi.
Yurdagün beni görünce, “sen beni ağlattın sen beni ağlattın” diye seslendi. Gülerek ne oldu diye sordum. Hani anne annenin ölümü hakkında bir yazı yayınlamıştın ayak kabılarının karlar altında kayb olduğunu söylemiştin, o hikaye beni ve eşimi bayağı bir ağlattı dedi. Özür diledim ve birlikte uzun süre ağlamak ve duygusallık konusunda sohbet etmeye başladık.
Allahdan roz edeplice, aynı büyük insanlar gibi davranıyordu. Yugoslavyadan brankonun eşi ve roz arasında duygusal bir bağ oluştu.
Brankonun eşine yugoslavycaada nasıl teyze söyleneceğini sordum. “bubi” diye yanıtladı. Ve roza kendisine bubi demesini öğrettim. ve o saygı değer bayanın ismi geri dönene kadar bubi
olarak kaldı. Ve herkes kendisine bubi olarak hitap etmeye başladı.
Ellerinde ve boyununda çeşitli takıları olan brankonun eşi, sürekli rozile öpücük alış verişinde bulunuyorlardı.
Roz sürekli onun kucağındaydı ve bu olay resmi toplantıya farklı bir hava katıyordu.
Son günde bubi roza güzel bir bebek hediye etti. Ama branko hastalandı ve çoğunlukla otelde kalıyordu. Ve sadece birkaç yere bizimle beraber gele bildi. Allahdan, konuşmasını yapa bildi.
ve gece otele gittik. Akşam yemekleri nedense genelde uzun sürüyordu. yaklaşık 2 saat bekliyorduk hep.
Anadolu ünüversitesinin misafirhanesi, odun pazarı sokağının girişinde yer alıyor. Ünüversitenin misafirleri için, tahsis edilmiş
Saygılı gençler, ağır bavullarımızı yukarda bulunan 101 numaralı odaya taşımamıza yardımcı oldular
Eşşalarımızı kendi isteğimize göre yerleştirdik. Gazete kağıtları serilmeden, ve yatağın üzerine büyük bir örtü serilmeden hiç bir şey masaların üzerine konulmaması lazım. Hatta 2 piknik battaniyemiz var, onlarıda yanımızda götürmüştük.
Sabah kahvaltıda yine bir araya geldik ve ünüversite rektörünün ziyaretine gittik.
Türkiyede önemli bir konuma sahip olan Anadolu ünüversitesinin, 45000 kadar öğrencisi var ve 9 fakülteyi bünyesinde barındırmakta. Ayrıca karikatür gibi bir çok çağdaş sanatları müzelerinede kucak açmış bir ünüversite. Her ay uluslar arası çeşitli etkinlikler düzenliyor.
Restoranlar, bankalar, ve tören salonlarıile bir şehiri andırıyor. Öyleki, bir yerden başka bir yere otobüsile gidiliyor. Seramikler lanbalar bölümlerini ziyaret ettik. Ve cam bölümünde ilginç sanatsal icatlara rasladık.
Bir kol saatına, kum sayfası şekili yapmışlardı. İkiz lambalar ve camdan yapılan örümcekler. Ki onların benzerlerini daha sonra cam müzesindede gördüm.
Animasyon fakültesi çok ilgimi çekti. Öyle yemeğinden sonra konferans başladı. Belediye başkanı açılış törenine gelmişti. Kim konuşuyorsa, bir görevli onun görüntüsünü perdeye yansıtıyor, ve başka bir bayan konuşmacının söylediklerini tercüme ediyordu.
Dili anlamanın verdiği özgüvenle, genel konuşmalarıma ilaveten, rektör ve belediye başkanıilede bir süre sohbet ettim.
Müzeler tanıtıldığı sırada, sürekli not almakla meşguldüm. Her birinin kendine özel artıları vardı. Mesela İstanbul müzesi 10000, ve Belçika müzesi 400 civarında karikatür sanatı için kitap bir araya getirmişlerdi. Ve bu konuda biz biraz daha gerideydik. Ama bizim müzemize devlet desteği daha fazla. Ve onlar müzelerini zor yönetiyorlardı.
Müzelerin bir çoğu 3 seneden daha az bir geçmişe sahipdi ve yaptıkları konuşmalarda, bizi sizler müzelerinizin yaşına vurgu yapıyorsunuz diye eleştirdiler. Onların bazıları hatta benden daha yaşlıydı. Onun için, bizde kendimiz tarih yazıyoruz diye bilirim. Nasılki siz geçmişteki bazı başarılı sanatkar insanlarla gurur duyuyorsunuz, gelecek nesillerde bizimle iftihar edecektir belki.
Türkceile başladığım konuşmamın başında, mizah yaparak, biz konuşmaya Azeri dilinde başlarız, farsça’ile okula gideriz, arapca’ile namaz kılarız, ve İngilizce reçete alırız. Bu kendiside kartunize bir yaşam tarzıdır dedim. Daha sonra irandaki dergileri ve Tebriz müzesini tanıttım. Molla nasretdin (Nasrettin hoca)dan bahs ederken, tercüman isimlerde teredüt yaşayınca, konuşmamın o bölümünü tam olarak tercüme edemedi. Bende konuşmama Türkçe ve İngilizce devam ettim. Daha sonra yaptığım espirilerle herkesden daha farklı bir konuşmaya şahit olduklarını gördüm ve Tebriz müzesi tarafından Eskişehir müzesine bir anıt hediye ettim. Ve yerime oturdum.
Akşam ünüversitenin bahçesini gezdik. Dalından elma ve fındık kopardık. Ve roz bir süre onlarla oynadı.
Bulgaristandan dancha hanım bir süre meşguldü ve biraz sonra peçetelerden yaptığı güzel bir çiçeği roza hediye etti. Bubide içine yiyecek koyarak kağıtdan yaptığı çiçeği roza verdi.
Cuma günü kenti gezmeye gittik. Aynı belediye başkanının gülümseyerek çeşitli plokartlarda görünen büyük bir parka gittik.
“Size layık olacak parklar inşa ettik.” Menabo üzerlerinde ne yazıyor diye sorunca, lıyakatı belirten cümlenin anlamını bulamadım ve “saygı” kelemesini kullandım.
Bir deniz korsanı gemisine girdik. Kaptan odasında, altın ve mücevherler kasası vardı. Denizlerin haritası bir deri üzerinde tasarlanmıştı.
Gemi kaptanına benzeyen görevliye nasıl bu 500 senelik haritada güney kutupunun bazı bölümleri gösterilmiş. Hal buki şindi uydular ve lazerler fırlatılarak oralara ulaşılıyor diye sorunca, görevli sizi anlıyorum. Allahların arabası kitabına işaret ederek, orada yazılanları ne doğrulaya bilir, ne yalandır diye bilirim dedi. Ve sadece haritanın tasarlayanları hakkında bazı bilgiler vermekile yetindi.
Geminin aşağı katında, tavuklar, horozlar, sarımsak patates gibi bitkiler ve yemek pişirme araçları aynı filmlerde gördüğümüz şekilde yerleştirilmişti. Hatta bodrumdaki hapishaneyi ve sadece kemikleri kalan bir mahkumuda gördük. Ve geminin dümenini çevirdik. Ekmeğin üzerinde yürüyen yapay fareyi inceledik. Ve o havayı his ettik.
Savaş topları ve halatları görmek çok harikaydı. Gemiden çıkınca, tirenle parkı gezdik. ve bir büyük parkı daha gezdikten sonra, nehirin kenarındaki plajda öyle yemeğini yedik ve dinlenmek için, otele geri döndük.
Yemek masasında, Belçikalıların tercümanlığını yapan denizin bilgisayarından, veb günlügüme bir yazı ekledim.
Öyleden sonra, sanat atolyesine gittik. Pazarda her zamanki gibi aynı alçı pazarında olduğu gibi 30000 touman tutarında bir mazot lambası aldım. Ve buradanda başka ülkeler gibi arsoy okulu için antika toplaya bildiğim için, çok mutlu oldum.
Bir yerde pahalı süs taşları satılıyordu. Ve ilginç olan, bu taşlar peynir gibi bıçakla kesiliyordu ve çok yumuşaktı. Onlardan pipo ve heykel yapılıyordu.
Kentin ortasından bir nehir geçiyordu. Yer yer küçük barajlar inşa edilmişti. Su onların ardında birikiyor ve yavaş yavaş akıyordu. Hem her zaman su akıyor, hemde nehirin su miktarı artıyordu. ayrıca Bu konu Tebriz belediye görevlilerininde ilgisini çeke bilir.
Birkaç kilometrelik ve 1 metrelik derinliği olan bu bölümlerde, eylence sandalları yerleştirilmişti. Ve biz sehir sandalıile gezdik.
Eskişehir gençlik şehri. Ünüversitelilerin çoğunlukta olduğu kentde, yaşlı ve çocuk nadiren görülüyordu. Öyleki, heryerde roza özel ilgi gösteriliyordu. Hatta bir defa bir bey geçerken, büyük bir çikolata paketi roza hediye ederek yoluna devam etti. Ve uçağa girerken, pilot rozu kabine götürdü.
Gençlerin yanında köpekleri vardı. Belediye bu zararsız hayvanların kulaklarını plastik’ile işaretlemişti.
Gece atila özerin evine gittik. Sıcak, samimi ve çeşitli festivallerden alınmış, hediyelerle dolu bir ev. Bu kadar fazla olacağını hiç tahmin etmemiştim.
Evin bir köşesinde, ünlü mizah müzesi gabronun hediyeleri dikkat çekiyordu.
Sayın tatani müze müdürü ilgi’ile onları bana anlatıyordu ve siga hanım güler yüzlü tercüman, o cümleleri özel türkçesiile tercüme etti.
Kuyruksuz kedi heykeli. Gabro, cimrilikle bilinir. Halk kedilerin girip çıkarken daha çabuk ve hızlı geçmeleri için, evi soğutmamaları için, kedilerin kuyruklarını kesiyorlar.
Gabronun görmeye değer eşalarından biriise, gelen misafirlerin rahatça çay içememesi için tasarlanan, ağzında konserve kutuları gibi kesgin çıkıkları bulunan bardaklardı. Hatta şeker kaşığında fazla şeker alamamaları için, delik vardı.
Uzun süre bu ilginç icatlara güldük. Profosor özerin eşi kediler konusunda mütiş duyarlılığa sahip. kendi kazancıile kedilere yemek alarak, kentin muhtalif yerlerine onlar için bırakır. Ve bu işi komşuların itirazlarına rağmen, çok kararlılıkla yapar.
Özerin evine girdiğim anda, kocaman bir hayvanın bir odada buz dolabının üzerinde uyuduğunu görünce, donup kaldım. Şaşkınlıkile rozu izleyen, kedi renginde bir kaplan. Vicdan hanıma, bu kedi roza saldırırsa, tek lokmaile bitireceğine eminim dedim.
Vicdan hanım, “hayır şanslı çok utangaçtır. Şindi bir yerlerde saklanır.” Dedi. Devam ettim, “ama bu kedi olağın dışı bir şekilde büyümüş. Bir gün komşuların küçük çocuklarını uta bilir.” Vicdan hanım sakince, “hayır birkaç sefer dışarı çıktığında, insanlar kendisini görünce bağırıp çağırdıkları için, korkmuş ve senelerdir dışarıya adımını atmaz” dedi. Evde 2 kedi daha mevcuttu. Çikolata ve tüylü. Tüylü bir sepetin içierinde uyumuştu. Ve onca tüyün ortasında, sadece 2 gözü görünüyordu.
Güzel ve hatıralı bir geceydi. Uzun süre sohbet ettik. ve envayi çeşit yiyecekler yedik içtik.
Sonraki gün bir programımız yoktu. Bütün konuklar, bizden önce oteli terk etmişlerdi.
Seramik bölümünü bitirmiş ve yeni kartuna başlayan necdetdin, bizi almaya geldi. Kendisi bulgaristanda 2 kes ödül almış. Tesettürlü kıyafeti olan eşinin ismi nüdretdi. Ve ben kendisine, sayın “nadiren” diye şaka yaptım.
Bizim önerimizle, karfura gittik ve biraz alış-veriş yaptık. Karfurun fiyatları idaal. Sayın eşim, yarım saat içersinde yaklaşık 300000 touman kadarlık alış-veriş yaptı. Daha sonra, bizi muhteşem bir restorana götürdüler. Ve çiğ böbrek sipariş ettiler.
Mahdiye küçük köfte kebaplar istedi ve onlarda baklava ve envai çeşit salatalar sipariş ettiler. Hatta rozada küçük bir hediye almışlardı.
Saadetdin iyi kalpli ve sıcak kanlı bir insandı. Profosor özerden, kendisininde bizim cinsimizden olduğundan, onu iyi bir kartuniste çevirmesi için, çaba sarf etmesini istedim.
Bize, çorbada gördüğüm bamya isimli bitkilerden hediye olarak aldı. İpe dizilerek kurutulan, küçük bamyalar.
Onlar bizi otelimize bıraktılar. ve biz her günki gibi yorgun düşerek, taş gibi uyuduk.
Pazar günü sabah, dolaşarak dolarlarımızı türk lırasıile değiştirmek için, yola çıktık. Ama her yer kapalıydı. Roz bütün inatcılığıile, sözümü dinlemiyordu. Ve hiç kimselerin görünmediği sokaklara giriyordu. Kendisi yürümek istiyordu ama, yürümek yerine koşuyordu. Her sokaktan hızla arabalar çıkıyordu. Tartıştık. Ve bağımsız olmasına izin vermediğim için, bir süre ağladı. Daha sonra, kuşlarla oynamaya başladı.
Her yer kapalıydı. Onun için, nehirin kenarında bir iskenbe üzerine oturarak halkı seyirettik.
Vicdan hanım, “siz neredesiniz?” diyerek telaşlı bir halde aradı. Ve profosorile birlikte bizim yanımıza geldiler.
Kahvaltı ederken, hüzünlenmiştik. Bütün konuklar dün ve önceki gün oteli terk etmişlerdi. Çünkü. Her sabah misafirlerin, arkadaşların gülüş sesleri ve “good morning” eksik olmayan o salonda, sadece biz üçümüz kahvaltı ediyorduk.
Otelde bizden başka kimse ikamet etmiyordu. Tatil bir gündü ama, profosor ve sevgi dolu eşi öyle bizi eylendirdiler ki, hüzünü unutuk ve keyifimiz yerine geldi.
Önce Bir markete gittik. Profosor paralarımızı TLile değiştirmemize yardımcı oldu. Alış-veriş yaptıktan sonra, öylen yemeğine gittik. Ve bir resim sergisinide gezdik.
Marketin arkasında, oyuncak araba yapılmıştı. Roz diğer marketlerdeki gibi acele etmedi. ve Arabaya bindi. Ben sebeti oynattım, rozda araba sürdü.
Biz ayilemiz için, birkaç paket çikolata ve neskafe ala bildik. Ve öyle yemeğindede profosorun misafiri olduk.
Bir çok McDonalds ve Kingerburgs restoranları arasından ben kuru fasülye yemeği istediğimi söyleyince, profosor gülerek “hayatımın en lezzetli yemeğidir” dedi. vicdan hanım Vejeteryan olduğu için, kendisine etsiz bir piza sipariş etti. Mahdiye yanlışlıkla tavuk hamburgeri söylemişti. Vijdan hanım anlayınca, çoklu ısrarlarımıza rağmen, mahdiyeye McDonald aldı.
Daha sonra, parkın ortasındaki çayhaneye gittik. Ve rozile beraber, beyaz balıklara simit atıyorduk. Siyah ve büyük balık diğerlerinin ekmeklere erişmesine izin vermiyordu ve hepsini kendisi yemek istiyordu. Diğerlerininde nasiplenmesi için, onu oyalıyordum. Patlamış mısır, güne bakan çekirdeği ve cips gibi bir çok çerez almıştım.
Ağaçların altında havuzun kenarında, gazeteleri inceleyerek, konferans hakkındaki haberleri arıyorduk. Vıcdan hanım gizlice roza bir çanta almıştı. Ve içini bebekler ve renkli kalemler’ile doldurmuştu.
Gösterilen bunca sevgi ve ilgiden ötürü, utanmıştık. Eşşalarımızı toplamak için, otele gitmek istedik. Ve birkaç saat sonra, profosor ve eşi samimi bir şekilde bizi istanbula doğru yolcu ettiler.
Bu yolculuk, hayatımın en iyi gezilerinden biriydi. Brankonun grip olması,,bnamonun banyoda düşmesi büyük ihtimal omzunun kırılması, parklar, şelale, havaalanındaki rotarlar, yurdagün ve sıcak tartışmalar, rodi pol, edi endonezyadan, ve dancha vesika ve tatanya bulgaristandan ve… ne varsa bitti. Geriye kalan, benim size hediye edebileceğim, ülkeler büyüklüğünde güzel bir anı.


Bu yazı, Tebriz Kartunistleri derneği başkanı, Sayın Rahim Baghal asghari’nin, (safar nameye eskishehir) isimli makaalesinin Türkçe tercümesidir.

Yayım tarihi
Seyahet olarak sınıflandırılmış